Twitter'dan Sorun

24 Şubat 2010 Çarşamba

Anı Defterimden: Her Şey Böyle Başladı


“Sevgili günlük…” muhabbetini bırakıyorum bir kenara. Zira ben kendimi artık acemi olarak görmüyorum ve basit fikir yazılarından her şeyimi arındırdım.

Henüz 17 yaşındayım ama hep 10 yıl sonrasını düşünerek yazar Huzeyfe Yıldız sıfatını sadece hayal ediyorum.

Her şey, Ahmet Ümit’in eski kitabı Şeytan Ayrıntıda Gizlidir adlı polisiye romanını okul kütüphanesinde “dini” düşüncesine kapılarak almamla başladı. 9. Sınıftaydım ve Şeytan gibi esrarlı bir konuyu okumak istemiştim, üstelik kitabın arka yüzünü dahi okumadan.

Kitap bittikten sonra bende polisiye roman sevgisi başladı, hatta hayranlığı. Ben kitabı okurken başka bir arkadaşım Peyami Safa’nın Arsen Lüpen’ine adeta diklenen Cingöz Recai serisinden kitaplar okuyordu. Bana anlatınca ben de okudum. Artık ben polisiye roman aşığı, sırlı olayları çözmek için uğraşan dedektif ve az okurken, okuma bağımlısı olmuştum. Ama asıl macera gerçekten yeni başlıyordu.

Aklıma; ileride yazar olacağım dedirten, kalem yeteneğimin farkında vardırtan bir fikir gelmişti ve eğer o fikri uygulamasaydım, neler olabileceğini düşünmek bile istemiyorum.

Yazar olma yolundaki ilk adımımı, fikrimi uygulamaya koyarak yani bir dedektifin hikâyesini yazarak atmıştım. Bir cinayet, onu çözecek iki karakter, diyalog, serüven ve çözüm anahtarları için 3 gün düşünmüştüm. O zamanlar böyle hikâyeleri yazar ve bir gün kitaba dökerim hissi yoktu içimde. Ta ki 2 kişinin ismini öğreninceye kadar.

Ortaya koyduğum cinayet hikâyesi en başta bölüm bölüm olacaktı, aynı Ahmet Ümit’in kitabında olduğu gibi. Belli bir başı olmadan ve karakter kendi ağzıyla anlatacaktı her şeyi. Geçen sene bu aylarda başladığım bu küçük fikre 9 ay boyunca dışarıdan bakıldığı takdirde 10 sayfalık bir hikâye gibi görünen ama özünde öyle olmayıp sağlam temelleri olan çalışmalar yaptım. 9 ay boyunca hiçbir şey yazmayıp sadece küçük kâğıtlara notlar aldım. Bu süre içerisinde pek çok şeyden taviz verdim ve ihmal ettiğim derslerimden geride kaldım. Ama bu idealler meselesine kafamı çok takmıştım. 9 aylık çalışmada sadece bir hikaye yazmıştım ama diğer cinayet fikirleri hem aklımın bir ucunda hem de notlarımın arasındaydı.

Düşünerek bi’ hal olmuştum ama tek düşüncem hikayem değil, aynı zamanda kendimi ve bir yazarın kitap yazmadaki yöntemlerini düşünüyordum. Acaba dedim, herhangi bir yazar hangi şahsi yöntemi kullanıyor? Veya bu işlerin bir usulü olup olmadığı, yazarken neyi düşündüğü, aklına esildikçe mi yoksa parça parça mı yazıldığı gibi konuları dert edinmiştim.

Kitap yazma fikrini bana 2 ismini duyduğum kişiden biri olan Adam Fawer kazandırmıştı. Kitabının akışı kendine aşık olunmasına hatta izlenilen kitap olmasına olanak sağlamıştı. Adı Olasılıksız.

Not tutmaya devam ederken Olasılıksız’ı bitirmiş yine aynı yazarın kitabı olan Empati’ye geçiş yapmıştım. Birkaç yüz daha fazla sayfaya sahip olsa da Olasılıksız’a göre Empati, kendine bağlayan soru işaretleri sayesinde benim kitaba yaklaştırmamda çok yardımcı oldu. Kitabın akışı 2007’de başlayıp 1990’dan devam ediyor ve sonu yine 2007’ye bağlanıyordu. O aralarda kafamdaki tüm soruların benzersiz bir şekilde verilen cevapları, “aynı akışı ben de uğraşırsam belki yaparım” fikrini doğurmuştu. O yüzden Adam Fawer, hikayelerimi bana baştan ve daha iyi yazdıran sanatçıydı benim için.

Hikayenin belli bir başı olurken, her karakterin geçmişi ve düşünceleri olmuştu. Ama bu zamana kadar olanların hiçbiri bana kitap haline genç yaşta getirme arzusunu vermemişti. Henüz 17 yaşındayken Erdal Eren’e ithaf edilmiş şiirin adıyla deneme kitabı çıkaran Aytuğ Akdoğan olmuştu, bana bu arzuyu kazandıran. Ben Hep 17 Yaşındayım kitabı, bana “Ben de yapabilirim” fikri aşılamıştı.

Bu yazma çalışmasında, beni bu yöne bağlayan farklı etkenler de vardı ve bunlar es geçilemezdi. “Her şey” böyle başladı yazmış olsam da bu çalışmanın kaynağı 2006’da yaşadığım küçük ama benim için önemli ve tesiri büyük olaya dayanıyordu. 7. sınıfın ilk döneminde iken dershaneden eve gitmek için bindiğim minibüste yanıma 20’li yaşlarda bir bayan oturmuştu. Bana gelecekte ne olmak istediğimi sordu. İçimden gelmeyerek aklıma ilk geleni söyledim. “Güzel” dedi, “Bu ismi unutmayacağım, yazar Huzeyfe Yıldız”

Ne hikaye ama. Mustafa’ya anlattığımda verdiği tepkisi şöyle olmuştu: Tıpkı filmlerdeki gibi.

Mustafa demişken… ben yazdıkça hızla elimden kapmak için bekleyen, her seferinde “demek ki yapabiliyormuşum” diyerek heveslendiren Mustafa ve Muharrem hikayemi yazmamdaki iki büyük canlı sebepti. Her ne kadar Muharrem, sınıfın dar düşüncelerine hafiften sahip olsa da, en azından sınıfımda çoğunluk olan “Anlayamazlar”dan daha iyiydi. Zira hem anlamakta güçlük çeken, hem de anlamayıp yorum yapanların sayısı sınıf mevcudunun yarısı kadardı. Hatta biri cinayet serüvenini okuduktan sonra “Hırsızı yakaladılar mı?” diye sormuştu.

Televizyona ne zaman bir yazar çıksa onu özenle takip ederdim ve ilk dikkatimi çeken çok güzel konuşmalarıydı. Ben de böyle olabilmek için bir adım attım ve diksiyon kursuna yazıldım. Bayağı ilerledim bu konuda diyebilirim. Kursta, Neşe hocamız bizden İstanbul’la ilgili metin yazmamızı istemişti. Yazdıktan sonra birçoğumuz okudu, sıra bana geldiğinde okumamı bitirmemin ardından hakkımda yorumlar yapıldı. Ben beğenilmez diye korkuyla beklerken, hocam “Evet. Değil mi? Belli. Huzeyfe ileride yazacak, kitap bekliyoruz” dedi. Bana büyük etkisi oldu diyebilirim. Teşekkürler Neşe Mengüloğlu.

Dar bakış açısına sahip canım sınıfım da bu işte bana bir yıl yardımcı oldu. Beni hep olduğumdan farklı ve yanlış düşünen biricik sınıfıma elimde kitabımla gireceğim o muazzam günü bekleyerek hırs yapıyorum. “Beni tanımak isteyenler, buraya baksın” diyebilmek için. Gerçekten güzel hayaller.

Bendeki yazma aşkı sayesinde birçok yazıya imza atıyorum. Hikaye yazıp, kağıda dökemeyenler için durum iyi değilken ben bunu kısmet olarak nitelendiriyorum. Bazen yazmayı öyle abartıyor, kendimi o kadar kaptırıyorum ki elerim acıdan yanıyordu.

Hedefim Türk roman tarihinde farklı bir bakış açısına sahip olan ve arkasından geleceklere destek olan, anlam katma çabasında ilerleyen bir yazar olmak. Aynı şekilde yazdıklarımı bu amaca hizmet ettiriyorum. Eğer bunu gelecekte başarabilirsem, ne mutlu bana.

Yazma aşkı, bir yerlere yazdıklarımla cevap verme veya bana bir şeyler yapabileceğimi göstermesi gibi nedenler sayesinde bir şekilde oluştu. Ama niye polisiye ya da niye çok genç yaşta olmama rağmen cinayetler? Polisiyeye olan sevdamı bana fark ettiren Ahmet Ümit; yazdığı birçok romandan biri olan Şeytan Ayrıntıda Gizlidir kitabıyla beni sırlı olayları çözen bir dedektife çevirdi. Akıl oyunlarını ve zeka sorularını -bazen çözemesem de- zaten seven ben, en küçük ayrıntıların incelendiği cinayetleri yazmaya karar verdim.


İşte benim başımdan geçen “Her Şey Böyle Başladı” hikayesi…

3 yorum:

  1. Ne yalan söyliyim yazılarını okudum ve gerçekten etkilendim.Yaşına nazaran konulara daha samimi ve olgunlukla bakıyorsun.Şunu bilmeni isterim ki çevrenden sana ukalalık tepkileri geldiğinde cevap verme gereği duyma ve sus unutma insanın verecek çok cevabı olabilir ama en güzel cevap susmaktır.Yazı yazarken kendini rahat bırak kasma ve etrafının düşüncesinden ziyade kendi fikrini ve düşüncelerini dök yazına.Son olarak...Umarım iyi bir yazar olur hayallerine kavuşursun.Kitap almak için gittiğim kitapçılarda Huzeyfe Yıldız ismi aklıma sık sık gelicek:)

    YanıtlaSil
  2. Ne yorum yapacağımı bilemiyorum. Üstüne ne söylenebilir ki teşekkür etmekten başka?

    YanıtlaSil
  3. Böyle bir yazının kimlere ilham kaynağı olabileceğini biliyor musun? Bütün yazıların kesinlikle ilham kaynağı ama bu yazı daha farklı. Gaza getiren cinsten..

    YanıtlaSil