Twitter'dan Sorun

11 Aralık 2010 Cumartesi

Anbean Anılar


Çok düşündüğüm zaman bahsedebileceğim en iyi konunun anılar olabileceğini fark ettim.

Gözlerimle dünyayı gördüğümü ‘hatırladığım’ yaştan beri birçok şeyi hatırlayabiliyorum. 3 yaşımda gördüğüm bir anımı dahi hatırlayabilmemin, eskiden beri bir yetenek olduğunu sanırdım. Geçmişte yaşadığım, bana ilginç gelsin gelmesin, yaşadığım olay sonucu “işte bunu asla unutmam” diyeyim demeyeyim birçok ânı unutmadım. Ama bunun bir yetenek olmadığını fark ettim. Buna sadece geçmişle yaşamak deniyormuş. Duygusala bağlamak istemiyorum. İnsanların yüzlerini kolay kolay unutmamak, geçmişte yaşadığım basit bir olayı unutmamak… Bunlar hatırlayabildiğim şeyler değil, unutmak istemediğim şeyler.

28 Kasım 2010 Pazar

İstanbul'un Merkezi Neresi?


Bana İstanbul’un merkezi neresi diye sorsanız, hiç tereddüt etmeden Boğaz’ı derdim. İstanbul ne demek biliyor musunuz?

İstanbul, Sarayburnu’nun akşam saatlerinde kıyıya sinen sisi görüp ağzını açık bırakmak demektir. Martıların simit kavgası yaparken bağırışlarını duymak demektir. Boğaz köprüsünü izlerken dalınca anılarını tekrar yaşamak demektir. İstanbul, boğazın kokusunu çekebilmek için son nefesini dahi kullanabilmek, o havayı alınca da kendini şanslı sayabilmek demektir. Şairlerin burası için niye binlerce şiir yazdığını anlayabilmek demektir. Boğazın ortasında, güneşin batışını seyrederken hayal kurmak demektir. İstanbul, vapura binince Eminönü’ne bakıp hayran olmak demektir. Boğazın, bir gün durgun olacağını umutsuzca beklemek demektir. Galata Köprüsü’nün altından geçerken gürültüyü duymak, karanlığı yaşamak, “Adamlar yapıyor abi” diyebilmektir.

14 Ekim 2010 Perşembe

Yolcu


Uzuuun yolculuklar. Bazen insanlar sevmediği şeyleri çok kez tekrarlar. Bu da, insanı yaptığı şeyi sevmek zorunda bırakır. Zira bir yerden alışmaya başlaması gerek. “Kaçınılmazsa zevk almaya bakacaksın”

İşte ben de sürekli olmasa da bazen uzun yolculuğa çıkıyorum. Yılda bir kez memlekete, bir iki kezse başka bir şehre yol alıyorum. İstanbul içinde birbirine uzak iki nokta arasında çok kez gidip geliyorum. Hiç uçağa binmedim, yani hep otobüs ve arabayla gidiyorum, nereye gideceksem. İzcilik sayesinde 7-8 şehir gezip, yurt dışına çıktım. 500-2000 km arası çok uzun yollar gördüm.

8 Ekim 2010 Cuma

Yeni Mevsim, Yeni Hayat, Yeni…


Bugün yazıyorum, çünkü bir büyüğüm bana “ne olursa olsun yazmaya, kendini geliştirmeye devam et” dedi. Ben de tamam öyleyse ilk konum mevsim olsun dedim. Benim gibi düşünenlere ithafen yazılmıştır.

Soğuğu ve nefes verdiğimde çıkan buharı özledim. Yaz aylarında gelen ve musallat olan sinekleriyse hiç özlemedim.

Ben kışı çok özledim. Elime sıcacık bir çay alıp camın yanına oturmayı ve soğuk havada kaplumbağa gibi ilerleyen insanları izlemeyi özledim. Aramızdaki farkları saymayı özledim.

Bir işçinin vardiyasının son saatlerinde olduğu kadar ümitli, sağır bir bebeğin annesinin şefkatli sesini ilk defa duyması kadar sevinçli, araba kullanan şoförün kaza yapacağını bilmesi kadar hazır, sahneye çıkmaya hazırlanan utangaç bir kız kadar heyecanlı ve işi gereği taşınan kişinin; yeni şehir, yeni ev, yeni komşular ve yeni hayata atılması kadar hazırlıklı bakıyorum bu mevsime.

18 Mayıs 2010 Salı

Faruk Hocam


Bir insan düşünün ki arkasından “Ya şunu da eksik/yanlış yapmıştı” dedirtmeyecek. Ben düşündüm ve ona Faruk Aktaş ismini verdim.

Faruk Hoca Aktaş. Arkadaşlarımdan Faruk hocamızla ilgili yazı yazmalarını istemiştim. 5 kişiydik. Belli bir süre geçti tabi. Yazılarını aldım ve bir şey fark ettim. Yazı istediğim herkes yazısının başlığına Faruk hocam yazmıştı. Soyadıyla, kendisiyle değil, öğrettikleriyle, hayatıyla ön plana çıkan biridir o. Cümleye başlayan herkes ilk kelimeyi Faruk, ikinci kelimeyi de Hoca olarak seçmişti.

Öğrencileri olarak hepimizin ortak kanaati şudur: Faruk Hocanın sinirlendiğini kimse görmemiştir. Yanlış yaptığımızda bize kızmaz, bağırmaz, bizi azarlamazdı. Ancak onun bir bakışı var ki, (hiç kimsenin taklidini dahi yapamayacağı) bizi kahrediyordu. Keşke bizim kafamızı dahi kırsa da o bakışı atmasa. Ortak kanaat demişken tüm öğrencilerin yine aynı fikre sahip olduğu bir konu daha var ki, o da herkese, her şekilde yardımcı olduğudur. Asla aksine bir hareket yapmaz, öğrencilerine her şekilde yardım eder, gerekirse tüm gününü seferber edebilir, fedakârlık yapabilirdi. Keşke bu yazımı yazarken de bana yardımcı olsaydı.

21 Nisan 2010 Çarşamba

İnsanın Eğitiminde Çevre Daha Önemlidir


İnsanın eğitiminde çevre daha önemlidir. İnsan eğitimi dediğimizde bunu öğretimle kısıtlamak yanlış olur. Çünkü eğitim hayatın her safhasında karşımıza çıkar. Sadece okulda görülen eğitim, maalesef hayatı öğrenmeye yetmiyor.

Çocuklarla başlayalım. Çocuk hamur gibidir. Ne şekil verirsen öyle olur. Bir kaba su doldurmak gibi. Okul öncesi eğitim de bu yüzden önemlidir. Nitekim Peygamberimizin (sav) şöyle buyurduğu rivayet edilir: “Her doğan çocuk muhakkak İslam fıtratı üzerine doğar. Sonra annesiyle babası onu Yahudi, yahut Nasrani (Hıristiyan), yahut Mecusi yapar.” Yani çocuk küçük yaşta gördüklerini hayatında yaşar. Çocuk okuldan değil, çevreden aldığı tepkilere, eğitime göre hayatını şekillendirir. Zaten çocuk lisanını önce çevresinden kazanır.

11 Nisan 2010 Pazar

Anı Defterimden: Roman Zihniyeti


Zekâ oyunlarını, gizliliği, fikir yürütmeyi, anlam yüklemeyi, sudoku çözmeyi ve çok karışan şeylerin aslında basit olduğunu göstermeyi sevdiği için küçüklüğünden beri olmak istediği mesleği olan bir dedektif.
Bir karakter çıkardım ortaya, daha sonra bir tane daha. 2. Karakter sırf biraz daha eğlenceli olsun diye.

Ambulansın içinde başladı bir sene önce başladığım roman. Heyecanlı, hareketli, atraksiyonu olan ve merak için bırakıp kendine bağlatan bir akıcı serüven. Onlarca cinayet ve çözülmeyeni çözen dedektifler.

Ve karakterlerin her birinin içini okuyan ilahi bakış. Farklı anlamlar ve serüven zenginliği için bir ileri bir geri zaman yolculuğu. Geçmişteki izlerin günümüzdeki unutulmaz tazeliği ve yansıması.

Sorunları, düşünceleri, yüz hatları, istekleri, hissettikleri ve birçok beşeri vaziyetleri. Daha gerçekçi ve canlı olması için.

9 Nisan 2010 Cuma

Teknoloji Bireyi Yalnızlığa İter


Teknoloji bireyi kesinlikle sosyalleştirmez! Aksine yalnızlığa iter.

Teknoloji bağımlılığı, insanlığın sonudur! İnsanlık bu bağımlılığın sonunda bireyselleşiyor, paylaşmayı unutuyor. Topluma yönelik görevler, sosyalleşme, birebir iletişim, samimiyet ve duygular ihmal ediliyor, insanlar ruhsuz, donuk bir sanal ortamın içinde adeta robot haline geliyor. Yalan, aldatma, vakit ve nakit israfı ön plana çıkıyor, en başta aile olmak üzere tüm insani ilişkiler kırmızı alarm veriyor.

30 Mart 2010 Salı

Kanun Eğitimden Daha Önemlidir

Kanun olmadan eğitim de olmaz.

Okullarda dahi aynıdır. Eğitimden önce müfredata uyulur. Müfredat kuraldır. Aynısı devlet için de geçerlidir. Devlet belli kanunlar çerçevesinde kurulur. Ardından halka eğitim vermek amacıyla bazı işler yapılır. Ve bu eğitim için bile kanun gerekmektedir.

4 Mart 2010 Perşembe

Anı Defterimden: Değişim Vakti


Rol yapmak için geç kaldım ama “geç olsun, güç olmasın” düşüncesiyle ve “zararından neresinden dönersen kârdır” mantığıyla oyuncu olma vaktinin geldiğini düşünüyorum. Tabi bazı gerçekler de unutulmayacak veya hiçe sayılmayacak kadar derin.

Nedir o derin olan gerçekler? Bunlar kişiliğimin temeline imza atmış ve silinemeyecek kadar yapışkan, kaldırılamayacak kadar ağır. Nitekim ben de bu durumdan hoşlanmıyorum ama kendime de yediremiyorum. Aslında hoşlanıyordum fakat her seferinde katlanan, her farklı olayda fark ettiğim yanlışları bir şekilde durdurmam gerekiyordu. Karakterime yönelik, onun aleyhine olan eksiklikleri değiştirmem gereken günü bekliyordum; nihayet o gün, bugün.

24 Şubat 2010 Çarşamba

Anı Defterimden: Her Şey Böyle Başladı


“Sevgili günlük…” muhabbetini bırakıyorum bir kenara. Zira ben kendimi artık acemi olarak görmüyorum ve basit fikir yazılarından her şeyimi arındırdım.

Henüz 17 yaşındayım ama hep 10 yıl sonrasını düşünerek yazar Huzeyfe Yıldız sıfatını sadece hayal ediyorum.

Her şey, Ahmet Ümit’in eski kitabı Şeytan Ayrıntıda Gizlidir adlı polisiye romanını okul kütüphanesinde “dini” düşüncesine kapılarak almamla başladı. 9. Sınıftaydım ve Şeytan gibi esrarlı bir konuyu okumak istemiştim, üstelik kitabın arka yüzünü dahi okumadan.