Twitter'dan Sorun

2 Mart 2011 Çarşamba

Haklı(yım)sın

Beni dinleyip de düşüncesinden vazgeçen insanlar gördüm. Bu yüzden hayallerimden biri de, düşüncesinin çok büyük taraftarı olan birini vazgeçirmek oldu hep. Ne bileyim, mesela; 100 yıllık aşiret kavgasını, her zaman saçma bulduğum takım aşkını, dedesi ve babası falanca partiye destek veren birinin “asla değiştirmem” lafını, hatta Hıristiyan, Yahudi, Budist veya ateistin inancını değiştirmek olabilir.

“Birini fikrinden vazgeçirmek” demek yanlış yapmak değildir bazen. Düşüncesinin yanlış, senin düşündüğünün doğru olduğuna inanmak yeterlidir. Çünkü “inandığın, doğru olandır” sözü bunu açıklar.
Yani?

Yani’si vazgeçirme illaki kötü bir hareket değildir. Ancak bazı insanlar asla düşündüklerinden vazgeçmezler. Sanki ölen yakını ona vasiyet etmiş veya başka birine yeminli söz vermiştir.

Tarafsızlık, onların kapılarına hiç uğramamıştır, “bakalım bu adam ne diyor” demeyi tercih etmezler, karşısındakinin düşüncesini de hiç önemsemezler. Bu taraftar olma mevzusu illa küçüklüğünden beri inandığı bir şey olmak zorunda da değildir bu kimseler için, sadece hiç fikirleri yokken bir tarafın sözlerine kulak kabartmaları yeterli olur.

Şimdi… Doğru olduğuna inandığınız şeyin aksine laf duyarsanız itiraz edebilirsiniz, bu makuldür. Ancak “ya bak, karşı taraf da haklı olabilir” demiyorsunuz. Hatta bazen haklı olduğunu düşündüğünüz kişiye inatlık olsun diye sesinizi çıkarmıyor veya daha kötüsü düşüncenizde ısrar ediyorsunuz. Çünkü burada devreye gurur giriyor. Karşınızdaki kişiyi kabul ettiğinde de gururunuzu ayaklar altına aldığınızı, açıkça yenildiğinizi sanıyorsunuz ki bu toplumda özür dileyememenin ana sebebi gururla da özdeşleşiyor (Tabi müstesna karşınızdaki kişiye hak verdiğinizde “Adam ol, yola gel” diyerek sizinle dalga geçip, kendini bir halt sayanlar).

Artık savunduğunuz şey inancınız oluyor (kişinin fikri neyse zikri de o olur sözünün tam tersi zikri neyse fikri de o olur), bunun sonucunda kaba tabirle düz kafalı, at gözlüklü oluyorsunuz. Çünkü inandığınızın yanlış olma ihtimallerini ortadan kaldırıyorsunuz. Savundukça, bazen aksini duydukça inancınız katlanıyor. Artık araştırma yapma gereği de duymuyorsunuz, zira haklısınız(!). Artık objektifliğinizi yitiriyorsunuz. Artık başkalarının değerlerini umursamıyorsunuz. Artık köreliyor, artık düşünmeye de vakit ayırmıyorsunuz.

İşte! Bazen kendimi sorumlu olarak hissettiğim zamanlarda ben, insanların bana ters düşüncelerinin olduğu yerde bulunuyorum. Tabi bazı farklar var. Sadece, savunmaya geçmeden önce araştırıyorum, ne neymiş diye. Mesele her iki zıt fikri de dinleyip her insanda var olan akılla bunları tartıp vicdanın el verdiği yere gitmek. O yüzden elimden geldiğince tarafsız olmaya çalışıyorum. İnandığım düşüncenin yanlışlarını kabul etmemi de sağlıyor bu ve kimi zaman da “Evet, sen haklısın” diyorum. Söyleyecek sözüm kalmadığından mı, başımdan savabilmek için mi, sevmediğim halde sevdim demekten başka çarem olmadığından mı? Hayır, kesinlikle hayır. Yanılgıları, inatlıkları ve savunduğum düşünceyi bir kenara bırakıp tarafsızlığı kullanabildiğim için.

“Asla vazgeçmem” diye adeta yeminler eden insanlar için mazeretler bunlarla sınırlı değil. Her tabuyu yıksa yeni tabularını kendi ortaya koyacaktır. Savunan kişinin çapı, kaç paralık olabileceği gibi düşüncelerle “Bunu, böyle adamlar savunduğuna göre bundan iş çıkmaz” tarzı önyargılı ve birleşiyor. Daha ileri gittiklerinde (bunu bizzat yaşadıklarıma dayanarak söylüyorum) isim takacaklardır. Parazit, muhalefet, ters, kıl, çokbilmiş, kendini bi halt sanan, aptal bla bla bla

Hakaretlere kadar uzanacak bu tartışmanın sonunda her iki taraf birbirine kızar, bağırır ve kendi düşüncesine sadık kaldığını sanarak ayrılır. Hâlbuki tartışma bu değildir.

Bence, bir düşünceye “doğru” diyebilmek için mutlaka tartışmak gerekir. Zor yoldan ama seviyeli bir tartışma sizi bilinçli kılar. Çünkü kolay yoldan hak verdiğiniz taraf, sizin kolay yoldan ayrılmanıza da sebep olur. Düsturlu, saygılı ve uygun bir tartışma gereklidir. Fakat biz tartışmaları böyle yapmıyoruz, az önce de dediğim gibi kendi düşüncemizle bitiriyoruz. Bu bitirişler de karşılıklı laf atmalarla oluyor.

Tartışmalarla ilgili bir savım var. Ben insanların tartışmaları gerektiğini savunurum (Aksini savunan olursa dinlemeye hazırım ama önce açıklamamı bir okusa sevinirim). Belli bir ahlak çerçevesi içinde olan üslubu olan tartışmalardan bahsediyorum sadece. Çünkü insan tartıştıkça bilgilenir. Karşıdakinin düşüncesiyle, kendi fikirleri şekillenir. Tartışan kişi; nasıl konuşması gerektiğini bilir mesela. Sert mi sakin mi bir üsluba sahip olması gerektiği, ne zaman konuşması gerektiği, karşıdaki kişinin neler söyleyebileceği, nasıl savunması gerektiği ve nerede susmasının uygun olacağı gibi birçok ikili diyalog konularında bilgisi vardır. Ayrıca karşısındaki kişiden de alacağı feyzler vardır. O konuştukça aradaki bazı düşünceleri çok çarpıcı gelir insana. Kabullenecekse veya saygılı olacaksa çok yararlanabilir. Bu yüzden insanların konuşma sırasında daha çok bilgi edinebilme fırsatı yakaladığını düşünüyorum.

Bu konuyu bir kenara bırakırsak; çok kez karşılaştığım bir şeyi açıklamak istiyorum ama amacım “Bak! Sen bana bu zamana kadar hep bunu söyledin, şimdi sana nasıl cevap veriyorum gör bakalım” ile yaklaşıp kendimle çelişmek değil.

Pek konuşulmayan bir konu düşünün veya sizin gündeminizde olmayan bir şey. Bunun hakkında bir cümlelik dahi olsun söyleyeceğiniz var. Sizinle konuşurken bu konuyu açsam sizin yorum yapmanız normal değil mi? Her şey bir kenara istediğinizi ifade edebilirsiniz. Veyahut tüm bunları unutun. Bir ortamdaki konuşmayı dinliyorsunuz ya da internette bir yazışmaya şahit oluyorsunuz diyelim. Kafanızda tasvir ettiğinizin aksine bir şeyler söylesinler veya desteklediğiniz şeyin tersini, önemli değil. Yorum yapma hakkınız yok mu, kime hak verdiğinizi söyleyemez misiniz, sizin de söyleyeceğinizi içinde tutma zorunluluğunuz mu var? Hayır, tabi ki. Şimdi anlattığım her iki durumu düşünüyorum ve bana “Çok biliyorsun sen”, “Her şeye de lafın var”, “İtiraz etmesen olmaz”, “Kendini bir şey sanma” denildiğini görüyorum, bizzat yaşayarak.

Bir bilgisayar oyunun herkes sevmek zorunda değil. Oyunla ilgili, oyunu seven(ler)in birine sözünüz olursa aşağılanmaya kadar giden tartışmalar yaşarsınız. Takım taraftarlığından hoşlanmadığınızı söylerseniz, taraftarlarla tartışırsınız. Hâlbuki boş bir anında sizi eleştirene, “siyasetle ilgili ne düşünüyorsun” deseniz, anlatacakları benim yazdıklarımı geçer. Peki, ona “Vay çokbilmiş” desem…

Zıt fikirlere sahip olduğunuz bir grup insan varsa işiniz kalmamış demektir. Nitekim öyle ortamda anlatmak isteyecekleriniz onların kulaklarına kadar ulaşmaz bile. Boş konuşmaktan başka yapacak bir şey yok. Çünkü o gruptan herhangi biri düşündüğünü savunanları görünce “Dur bakalım, söyledikleri boş değil” hiç demez. Ve bu ileride pisleşmeye başlayacağı aşikâr olan tartışmaların bedelleri de ağırdır. Niye mi?

Koyun psikolojisi. Ne demek bu? Benim açımdan, bir akıma kapılıp yolda nelerle karşılaşacağını, sonunun ne olacağını ve dışarıda kalanların neler söylediğini düşünmemektir. Her insanın ‘resmen’ fıtratında olan bu meziyet önyargılı olmanın başlangıcı oluyor. “Henüz tanımadığımız biri hakkında ne duyarsak ona göre davranmamız icap eder” tarzı anlayış gibidir. Biraz önce bahsettiğim grupla tartışma da bu.

Herhangi birine olumsuz eleştiri yaptığınız takdirde “en iyi savunma saldırıdır” ile yaklaşıp size yüklenecektir, savunduğunuza değil. Bunu duyan, bu size laf yakıştırmadan haberi olan başka biri sizi öyle görmeye başlayacaktır. Ve bu dillendirilmekten çekinilmeyecek bir al alacaktır. Adınız çıkmış dokuza, inmez sekize olacaksınız.

Her istediğine yorum yapma hakkı diye açılan “İfade özgürlüğü”, sizi bir toplum içinde dışlanmış yapacaktır. Hep aynı grubun, aynı sözleri başkalarını da etkileyecektir. O yüzden “Haklısın diyebilmek”ten nasıl buralara getirdiğimi kestiremediğim “Aynı fikre sahip insan topluluğuna karışılmaz” sözümü dinlemenizi isterim. Yaşadım da söylüyorum. Ama zaten bu dışlanma meselesinin yeni bir icat olmadığını belirten atasözlerimiz var; “Her doğru her yerde söylenmez”, “Doğru söyleyeni dokuz köyden kovarlar” gibi.

Bu arada bu “yaşadım da söylüyorum” ve “beni dinlemenizi isterim” sözleri hakkında yanlış anlaşılma olmaması için şunu eklemek istiyorum: Tartışıldıkça bilgilenirsiniz diyorum, tartıştığım için bilgiliyim demiyorum. Ayrıca “bu yazıyı yazan kişinin kim olduğunu bilmesek 50 yaşında, tecrübeli, görmüş biri diyeceğiz ama kimin yazdığını da biliyoruz, sen kim olabilirsin ki insanlara çok yaşadım biliyorum dersin” diyebilirsiniz. Ben sadece herkesin yaşayıp anlatmak istediği bazı farklı veya ilgi çekici tecrübeleri yazıya döküyorum. Kendini savunmamı ortaya koymak da bir nevi açıklaması bunun. Sadece birçok tartışmada bulunmuş, her iki tarafın sözlerine kulak asıp düşüncesini şekillendirmiş sıradan biriyim.

Tüm bu konuları tek bir başlık altında söyleyebilmek en iyisi.

Gelelim “Haklısın”, “Seni dinlemeyi biliyorum” konusuna. İnsanların konuşurken karşı tarafı dinlemesi ben zannetmiyorum ki hiçbir şey kaybettirmez, hatta çok şey kazandırır ama umurunda olmaması sonucunda kaybedeceği saymakla bitmez.

Artık insanların, toplumun kabul etmeyi bilmesi gerekiyor. Ezberci zihniyete sahip olan bu yanlış tavrın ne gibi sonuçlara vardığını görmesi gerekiyor. Artık karşı tarafın düşüncelerine saygı duyulması ve evet diyebilmesi gerekiyor. Ben tartışma, konuşma (adına ne derseniz) bunların sonunun hezimete uğramasını, her iki tarafın “ben haklıyım, gerisi beni enterese etmez” tavrıyla ayrılmasını istemiyorum. Seviye olsun, saygı olsun, doğru olsun, sonu da güzel bitsin istiyorum.

Tüm bu başlığımın altında yazarak anlatmaya çalıştıklarımı (eğer isterseniz) olumsuz yönden görebilirsiniz. Özen ilgiyle bakıldığında, yanlışlarım yerine “bana bir şey söylemeye çalıştın?” demeye getirebilirsiniz. Ben bu yazıyı, çok tartışan biri olarak insanların tartışma sırasında dikkatli olmaları gerektiğini söylediğim için yazdım. Başka bir amacım yok.

Anlatmak istediğiniz olduğunda dinlemeye hazır olduğumu belirterek “Düşünün, tartın, saygı duyun” diyorum. Bir başka konuşmada görüşmek üzere…

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder